İttihat ve Terakki Cemiyeti ( Güncel Türkçesi:
Birlik ve İlerleme Derneği), Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrutiyet'in ilânına önayak olan ve 1908-1918 yılları arasında - kısa kesintilerle - devlet yönetimine hakim olan siyasî örgüt. Batı dillerinde daha çok Jön Türkler Fransızca:
Les Jeunes-Turcs, İngilizce:
Young Turks Genç Türkler olarak adlandırılır.
Kuruluşu
Yurtiçinde İTC'nin ilk nüvesini 1889'da Askeri Tıbbiye Mektebi'nde kurulan İttihad-ı Osmanî Cemiyeti adlı gizli örgüt oluşturdu. Bu örgütü İshak Sükûti (1868-1902), İbrahim Temo (1865-1939), Abdullah Cevdet (1869-1932), Mehmed Reşid ve Hikmet Emin adlarında beş öğrenci kurdu. Örgütün bazı üyeleri tutuklandı, bazıları ise Paris'e kaçtı ve anayasanın yeniden yürürlüğe girmesi taraftarı diğer Osmanlı muhacirleriyle bir araya geldiler. [1] Ahmet Rıza Bey'in önderliğindeki bu grup, II. Abdülhamit rejimine karşı mücadele etmek amacıyla yurtiçi ve yurtdışında örgütlenen iki veya daha fazla grubun birleşmesiyle oluşan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve 1895'ten itibaren Osmanlıca ve Fransızca yayımlanan Meşveret adlı gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. 1896'da yapılan kongrede, daha liberal ve İngiliz yanlısı görüşleriyle tanınan Mizan gazetesinin editörü Mizancı Murat Bey cemiyet başkanlığına getirildi. 1897 başlarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin merkezi Cenevre'ye taşındı.
1895'ten itibaren Osmanlı Devleti'nin her yanında askeri birlikler içinde devrimci örgütlerin kurulduğuna dair anlatımlar vardır. Ancak bu örgütlerin birbiriyle ilişkisi ve merkezi bir koordinasyona ne ölçüde sahip oldukları yeterince aydınlatılamamış konulardır. Bu örgütlerin de birçoğu daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılmıştır.
1902'de yapılan I. Jön Türk Kongresi'nde cemiyet, "Prens" Sabahaddin Bey öncülüğündeki kendilerine liberal demekle beraber aslında monarşist olan grupla, Ahmet Rıza öncülüğündeki liberal-milliyetçiler arasında ikiye bölündü. 1905'ten sonra Türkiye'den gelen Doktor Nazım ve Bahaeddin Şakir Beyler'in önderliğinde propaganda ve örgütlenme çalışmalarına hız verildi. 1906 Eylül'ünde Selanik'te posta zabiti Mehmet Talat tarafından Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu ve örgüt sürgündeki Jön Türkler ile irtibata geçti. İki ay sonra Şam'da Mustafa Kemal Beşinci Ordu subayları arasında Vatan adlı örgütü kurdu. 1907 Eylül'ünde Paris'te toplanan II. Jön Türk Kongresi'ne tüm muhalif gruplarla birlikte Taşnaksutyun adıyla bilinen Ermeni Devrimci Federasyonu da katıldı. Bu kongrede, Jön Türk hareketi İttihat ve Terakki Komitesi adını aldı ve II. Abdülhamit yönetimine karşı bir ihtilal örgütlenmesi kararı alındı. Teşkilat Vatan ile bazı başka muhalif grupları da bünyesine kattı.
Merkezi Selanik'te bulunan 3. Ordu, 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren devrimci örgütlenmelerin en önemli odağı oldu. 1903'te başlayan Makedon isyanını bastırmakla görevlendirilen ordu bünyesinde, Makedon devrimci örgütlerinden esinlenen devrimci gruplaşmalar oluştu. Örgüte katılan subay ve siviller, silah üzerine yemin ediyor ve örgüt sırlarını dışa vurdukları takdirde öldürülmeyi göze alıyorlardı. 1908 Devrimi'ni Selanik'te bulunan İttihat ve Terakki merkez komitesi organize etti. 1908'den sonra Osmanlı siyasetinde ön plana çıkan İttihat ve Terakki liderlerinin hemen hepsi; başta Talat, Enver, Cemal, Cavit, Rahmi ve Şükrü Beyler olmak üzere, 1908 öncesinde Selanik'teki İTC örgütlenmesinde yer alan isimlerdi.
II. Meşrutiyet Dönemi
24 Temmuz 1908'de Meşrutiyet'in ilanından sonra İTC doğrudan iktidara gelmedi; Hüseyin Hilmi Paşa, İbrahim Hakkı Paşa ve Sait Paşa gibi saygın kişiliklere kurdurulan hükümetleri dışarıdan kontrol etmeyi tercih etti. Aralık 1908'de seçilen Mebusan Meclisi'nde üyelerin büyük çoğunluğu İTC tarafından desteklenen kişilerdi. Şubat 1909'da Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez bir hükümet, mecliste İTC grubunun verdiği güvensizlik oyuyla düşürüldü.
Cemiyetin 1908, 1909, 1910 ve 1911'de yapılan ilk dört kongresi Selanik'te gizli olarak yapılmış ve Merkez Komite üyeleri kamuya açıklanmamıştı. Gizli bir cemiyetin siyasi sorumluluk taşımadan sahip olduğu iktidar, 1909 başlarından itibaren sert eleştirilerle karşılaştı. "Rical-i gayb" (görünmez kişiler) deyimi siyasi hiciv diline girdi. Nisan 1909'da cemiyete muhalif bir gazetecinin Galata Köprüsü üzerinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından öldürülmesi üzerine çıkan olaylar, İTC iktidarına karşı "31 Mart Vakası" olarak bilinen ayaklanmaya yol açtı. Bu ayaklanma Selanik'ten gelen askerî birlikler tarafından bastırıldı ve cemiyet eskisinden daha güçlü bir şekilde iktidara yerleşti. II. Abdülhamit'in yerine getirilen V. Mehmet Reşat, iktidarın elinde bir kukla olmaktan ileri gidemedi. Ağustos 1909'da yapılan Kanun-ı Esasi değişikliğiyle siyasi güç, meclisin tekeline alındı.
İktidardan Düşmesi ve Bâb-ı Âli Baskını
Yönetimin izlediği milliyetçi politikaların Balkanlar'da (özellikle Arnavutluk'ta) yol açtığı tepkiler ve orduya siyasetin girmesinin doğurduğu kaygılar, 1911'de cemiyetin meclis grubunun dağılmasına ve en az iki muhalif partinin ortaya çıkmasına yol açtı. Şubat 1912'de yapılan meclis seçimleri, İTC örgütünün yönlendirdiği şiddet olayları ve yolsuzluklara sahne oldu. "Sopalı seçim" olarak anılan seçimi, hemen her yerde İTC adayları kazandı. Bunun üzerine muhalefet seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan ederken; ordu içinde "Halaskâr Zabitan" (Kurtarıcı Subaylar) adıyla, İTC iktidarına son vermeyi hedefleyen bir örgüt ortaya çıktı. 16 Temmuz 1912'de, Halaskâr Zabitan grubunun muhtırası üzerine Sait Paşa başkanlığındaki İTC kabinesi istifa etmek zorunda kaldı.
Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın "partilerüstü" Büyük Kabine'si, İTC egemenliğine son vermeyi hedefliyordu. Bu amaçla öncelikle Şubat 1912 seçimi iptal edilerek meclis feshedildi. Buna karşılık özellikle İstanbul'da İTC örgütü kontrolündeki emniyet teşkilatı tarafından desteklenen "Kayıkçılar Cemiyeti" ve benzeri kitle örgütleri hükümeti zor durumda bırakmaya devam ettiler.
Ekim 1912'de çıkan Balkan Savaşı'nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi, siyasi ibrenin bir kez daha İTC yönüne dönmesine yardım etti. Şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen cemiyet, bir yandan yenilginin suçunu hükümete yüklerken bir yandan ordudaki kilit subayları ele geçirmeyi başardı. 23 Ocak 1913'teki Bâb-ı Âli Baskını'nda; o sırada binbaşı rütbesinde olan Enver Bey öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli'de toplantı halindeki hükümeti basması, Harbiye Nazırı'nı öldürmesi ve sadrazamın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, bir askeri darbe yapmak suretiyle iktidarı ele geçirdi.
İktidarı ele geçirdikten sonra da cemiyet, kendi hükümetini kurmaktansa, saygın bir asker olan Mahmut Şevket Paşa'yı sadrazamlığa getirmeyi seçti. Ancak 11 Haziran 1913'te Mahmut Şevket Paşa'nın da bir suikaste kurban gitmesi üzerine, Sait Halim Paşa sadrazamlığında kapsamlı bir diktatörlük yönetimi kuruldu. Aralarında muhalif siyasi liderlerin bulunduğu 24 kişi Mahmut Şevket Paşa suikastiyle ilgili görülerek idama mahkûm edildi. Bu idamlar, Osmanlı Devleti'nde 1820'lerden beri gerçekleştirilen ilk siyasî infazlardır. İTC yönetiminin muhalifleri arasında bulunan ve çoğu yazar, gazeteci ve milletvekili olan 250 dolayında kişi Sinop'a sürüldü ve tüm muhalif gazeteler kapatıldı.
I. Dünya Savaşı Yılları
Cemiyetin üst yönetimi ile Almanya arasında 2 Ağustos 1914'te hükümete ve padişaha haber vermeden imzalanan ittifak antlaşması sonucunda Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'na Almanya safında katıldı. Bu olay cemiyet içinde eleştirilere ve bölünmeye yol açtı. Cavit Bey, Ahmet İzzet Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa gibi önemli İttihatçılar hükümetten ve askeri görevlerinden ayrıldılar. Fethi Bey, Rauf Bey, Mustafa Kemal gibi bazıları da görevde kalmakla birlikte Enver Paşa başkanlığındaki cemiyet yönetimine karşı çeşitli derecelerde tavır aldılar.
Daha önce İstanbul Muhafızı (emniyet müdürü) ve Bahriye Nazırı olarak rejimin üç kilit isminden biri olan Cemal Paşa, savaşın ilk aylarında Suriye kumandanlığına gönderilerek fiilen merkez yönetiminden uzaklaştırıldı. Rejimin iki lideri olarak kalan Talat Paşa ve Enver Paşa arasındaki rekabet, zaman zaman su yüzüne çıkmakla birlikte bir kopmaya yol açmadı.
Savaşın ilk aylarında Sarıkamış'ta, daha sonra ise Süveyş'te ve Irak'ta uğranan ağır yenilgiler, Başkumandan Enver Paşa'nın siyasi konumunu sarsamadıysa da, stratejik becerisine ilişkin kuşkular doğurdu. Enver'e yakınlığıyla tanınan İaşe Nazırı Topal İsmail Hakkı Paşa'ya atfedilen büyük mali yolsuzluklar da İTC rejimini yıprattı.
Mondros Mütarekesi ve İTC'nin Sonu
Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilginin kesinleşmesinden sonra Talat Paşa hükümeti 8 Ekim 1918'de istifa etti. 1 Kasım'da yapılan olağanüstü kongrede İTC kendini fesh ederek "Teceddüd Fırkası" (Yenilenme Partisi) adıyla yeni bir parti kurulmasına karar verdi. 2 Kasım'da İTC liderleri Enver, Talat, Cemal Paşalar ile Bahaeddin Şakir ve Doktor Nâzım yurtdışına kaçtılar.
Bu dönemde gerek Türkiye'de, gerekse de İtilaf Devletleri kamuoyunda yaygın olan inanca göre parti örgütü tasfiye edilmemiş, daha sonra yeniden ortaya çıkmak üzere yeraltına çekilmişti. Alman ittifakından ve savaş sırasında gerçekleşen yolsuzluk ve ölümlerden sorumlu tutulan liderler gizlenmiş, buna karşılık savaş suçlarına doğrudan karışmamış olan Cavit, Rauf, Fethi, Vasıf, Rahmi, İsmail Canbulat gibi kadrolar ön plana çıkarılmıştı.
Savaşın kaybedilmesi ve ülkenin işgali olasılığına karşı daha 1915'te Enver Paşa öncülüğünde bir direniş örgütünün kurulduğu bilinmekteydi. Nitekim 1918-1919 kışında, daha sonra Milli Mücadele'de kilit roller oynayacak olan kişiler İstanbul'a çağrılarak eğitilmiş, Anadolu'nun çeşitli kentlerinde gazeteler ve dernekler kurdurulmuş, Batı ve Kuzey Anadolu'da eski Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin önderliğinde Kuva-yı Milliye adlı direniş örgütleri teşkilatlanmıştı. Hareketin belli bir aşamasında Enver Paşa'nın yurda dönerek yönetimi ele alacağı beklentisi, 1921 baharına dek kamuoyunda yaygındı. İstanbul basınının 1919-1920 yıllarında Milli Mücadele'ye yönelttiği sert eleştirilerin başlıca konusu ve gerekçesi de "İttihatçılık" suçlamasıydı.
Nitekim (Rıza Nur, Ahmet Ferit Tek gibi bir-iki istisna bir yana bırakılırsa), Milli Mücadele kadrolarının neredeyse tamamı eski İttihatçılardan oluşmaktaydı. [3] Başta Mustafa Kemal olmak üzere Rauf, Fethi, Kâzım Karabekir, İsmet (İnönü), Celal (Bayar), Adnan (Adıvar), Şükrü, Rahmi, Çerkes Reşit, Çerkez Ethem, Bekir Sami, Yusuf Kemal, Celaleddin Arif, Ağaoğlu Ahmet, Recep (Peker), Şemsettin (Günaltay), Hüseyin Avni, Ziya Hurşit Beyler gibi milliyetçi liderlerin tümü eski İTC kadroları ve hatta Teşkilat-ı Mahsusa görevlileri idiler. İttihatçı hareketin basın ve propaganda sözcülerinden Ziya Gökalp, Mehmet Emin (Yurdakul), Mehmet Akif (Ersoy), Celal Nuri (İleri), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Falih Rıfkı (Atay), Velid Ebüzziya ve diğerleri Milli Mücadele'nin de savunuculuğunu üstlenmişlerdi. Buna karşılık Milli Mücadele kadrosunun eski İttihatçı örgütün doğrudan devamı mı, yoksa Mustafa Kemal önderliğinde yeni bir oluşum mu olduğu, tatmin edici bir şekilde yanıtlanabilmiş bir soru değildir.
Enver, Talat ve Cemal Paşalar; 1 Kasım 1918'i 2 Kasım'a bağlayan gece Alman torpidobotu 'R-1' ile İstanbul'u terk ederek 3 Kasım 1918'de Sivastopol'a ulaştılar.
- Talat Paşa; 15 Mart 1921'de Berlin'de Charlottenburg semti, Hardenberg Sokağı (bugünkü Kurfürstendamm Sokağı) 4 numaradaki ikametgahından dışarı çıktığında Ermeni Sogomon Teyleryan tarafından öldürülmüştür.
- Cemal Paşa; 22 Temmuz 1922'de Tiflis'te uğradığı suikast sonucu öldürülmüştür. Suikastın kim veya kimler tarafından gerçekleştirildiği bugün hâlâ bilinmemektedir.
- Enver Paşa; 4 Ağustos 1922'de bugünkü Tacikistan'nın Balh-i Cevan kentinin 15 kilometre doğusunda bulunan Çegantepe'de Kızıl Ordu ile çatışmaya girmiş ve öldürülmüştür.
İTC'nin sağ kalmış eski liderleri, Cumhuriyet döneminde, 1925'te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile siyasi hayattan tasfiye edilmiş ve aralarından önde gelen 13'ü 1926'da İzmir Suikasti komplosuna karıştıkları iddiasıyla İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilerek idam edilmiştir.
İttihat ve Terakki Yönetimi
Kendini bir "inkılap rejimi" olarak gören İTC iktidarının, 1913'ü izleyen dönemdeki politikaları şöyle özetlenebilir:
- Silahlı Kuvvetler'de büyük bir tensikat yapıldı. Enver Bey dört rütbe birden yükseltilerek paşa oldu ve ordu yönetimine getirildi.
- Dış politika Alman yanlısı bir çizgiye yöneldi. Alman yanlısı bu tutum, 1914 Ağustosu'nda seferberlik ilan edilmesi ile yeni bir boyut kazandı ve ardından sırasıyla Rusya ve İngiltere'ye savaş açıldı.
- İdeoloji olarak Türkçülük ve Turancılık görüşleri benimsendi. Cemiyetin "resmi sözcüsü" kimliğini kazanan Ziya Gökalp'in yanı sıra; Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin (Yurdakul), Ömer Seyfettin, Yunus Nadi ve Halide Edip gibi partili yazarlar da bu görüşleri savundular. Öte yandan, şair Mehmet Akif (Ersoy)'un savunduğu bir İslam milliyetçiliği akımı da cemiyet içinde yandaş buldu.
- Gayrimüslim azınlıkların gücünü ekonomik yaşamdan silmeyi hedefleyen "Milli İktisat Politikası" benimsendi. 1914'te kapitülasyonlar tek taraflı olarak feshedildi.
- 1915'te yürürlüğe konulan "Tehcir Yasası" ile Anadolu'daki Ermeni tebaasının, o sırada Osmanlı Devleti sınırları içindeki Suriye'ye geçici iskan planı uygulandı. Plan, günümüzde de tartışılan Ermeni soykırımı iddialarına yol açtı.
- Dili sadeleştirme ve Türkçeleştirme çalışmaları başlatıldı. Enver Paşa, I. Dünya Savaşı sırasında askerî yazışmaların kolaylaşması amacıyla telgraf çekiminde, Arapçadaki başta, sonda, ortada farklı yazılan harfleri kaldırdı ve bitişik yazmayı yasakladı. Bu yazı günümüzde "Enveriye" olarak anılmaktadır.
- 1917'de Osmanlı Hanedanı'na son vererek (belki Enver Paşa başkanlığında) bir cumhuriyet kurma görüşü ortaya atıldı ise de cemiyetin Talat Paşa kanadının muhalefeti üzerine bundan vazgeçildi.
- Medrese eğitiminin modernleştirilmesini ve Maarif Nezareti denetimine alınmasını öngören reformlar yapıldı.
- Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile medeni hukukta kadın-erkek eşitliği getirildi, kadınlara boşanma hakkı tanındı.
İttihat ve Terakki ile Atatürk
Mustafa Kemal, içinde sivillerin de bulunduğu devrimci nitelikteki Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurmuştu. Şam'da stajyerliğini bitirdikten sonra 13 Ekim 1907 tarihinde Batı Trakya'da konuşlanmış 3. Ordu'ya atandığında arkadaşlarının İttihat ve Terakki'ye katıldığını gördü. 29 Ekim 1907 Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kapatarak İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. 22 Eylül 1909 tarihinde Trablusgarp delegesi olarak cemiyetin 3. kuruluş yılındaki genel kongresine katıldı. Bu kongrede yaptığı konuşmasında partiyi tenkit etti. Cemiyet içinde zabitlerin (subayların) bulunmaması gerektiğini, siyasetle uğraşanların ise askerlik görevini bırakması gerektiğini söyledi. Aksi halde askerî emir komuta zincirinin, cemiyetin hiyerarşisi ile karışacağını ve askerî disiplinin sekteye uğrayacağını öne sürdü. Ona göre cemiyet, komita hüviyetinden çıkmalı ve partileşmeliydi.
Birçok parti yöneticisi Mustafa Kemal'in görüşlerine katılmadı. Sadece daha önceki kongrede aynı fikri savunmuş olan Kâzım Karabekir destekledi. Bu tarihten sonra Mustafa Kemal siyaseti 1923'e dek bırakmış, sadece askerlikle ilgilenmeye başlamıştır.
Lord Kinross, Atatürk, Bir Millet Yeniden Doğuyor isimli kitabında kongrede konuşmasından ve çevresinde cemiyeti amansız bir biçimde eleştrimesinden dolayı cemiyetin kendisini öldürme kararı alındığını yazmıştır. Mustafa Kemal'e suikast yapma görevi verilen Yakup Cemil bu görevi kabul etmekle kalmamış, dikkatli olması için Mustafa Kemal'i uyarmıştır. Suikast için makamına gelen bir parti delegesi, Mustafa Kemal'in masa üzerinde çıkartıp koyduğu tabancası ve etkili ve inançlı konuşması nedeniyle suikastten vazgeçmiş ve aslında kendisini öldürmek için geldiğini itiraf etmiştir.
İttihat ve Terakki Üyeleri ve Üye Numaraları
- Bu ilk 10 üye numarası yaş sırasıyla verilmiştir.
- Binbaşı Tahir Bey (Selanik Askerî Rüştiyesi müdürü)
- Binbaşı Naki Bey (Selanik Askerî Rüştiyesi Fransızca öğretmeni)
- Talat Bey (Selanik'te seyyar posta memuru)
- Mithat Şükrü (Maarif memuru)
- Rahmi Bey (Selanik eşrafından hukuk mezunu)
- Yüzbaşı Kâzım Nami Bey (Üçüncü Ordu müşiri yaveri)
- Mülâzim-ı evvel (Üsteğmen) Ömer Naci Bey
- Mülâzim-ı evvel Hakkı Baha Bey
- Mülâzim-ı evvel İsmail Canbulat Bey
- Yüzbaşı Edip Servet Bey
- İlk 10'dan sonra 11'den 110'a kadar boş bırakılarak 111'den itibaren numaralandırmaya devam edilmiştir.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti döneminde katılanlar:
111. Mustafa Necip 132. İsmail Hakkı (Beşiktaş) 135. Çolak Faik 136. Hüsrev Sami 137. Tevfik (Selanik) 138. Halil (Kut) 150. Ahmet Cemâl 152. Enver
İttihat ve Terakki döneminde katılanlar:
155. Necip Draga 156. Fethi 158. Rasim 165. Hafız Hakkı 171. Emanuel Karasu 185. Zinnun 186. Eyüp Sabri 187. Abdülkadir 190. Süleyman Fehmi 191. Ali Fuat (Cebesoy) 195. Mustafa Kâmil 196. Mühendis Salim 204. Hasan Rıza 238. Baytar Recep 280. (Kara) Vasıf 295. Cavit Bey 322. Mustafa Kemal (Atatürk) 331. Refet (Bele) 362. Cemil 385. Ulah Yesarya Efendi 386. Ulah Çele Efendi 387. Reşit Paşa 6436. Nurettin (Sakallı)
İttihat Terakki hareketi, doğru ve yanlışlarıyla Osmanlı fert ve cemiyet hayatının sayısız alanına nüfuz etmiş, dönemin fikir ve siyaset kurumlarını reforme etmiş, imparatorluk mirasını Yemen’de, Galiçya’da, Çanakkale’de, Filistin’de, Sarıkamış’ta siper ve cephe önlerinde milli devlet geleneğine tevarüs ettirmiştir. Bu çalışmamızda gayemiz, İttihat ve Terakki’nin az bilinen ama çok konuşulan taraflarını tarihe not etmektir.
İttihat Terakki Anti-Emperyalist Bir Hareketti
Temmuz 1908 devrimi akabinde ilk hükümet programında Makedonya’nın Avrupa güdümündeki yönetimine karşı olması ve kapitülasyonların kaldırılması avrupanın tepkisine yol açtı. Cemiyet, 1911–12’li yıllarda Trablusgarp’ta; 1912-13’lü yıllarda Balkanlarda, gizli komitacı örgütlerle yürüttüğü asimetrik savasın yanı sıra bir de imparatorluk sınırlarında yükselen azınlık ırkçılık ile mücadele etmek zorunda kalıyordu. Örneğin, 1904 yılında Fransız kontrolüne giren Fas, 1909 yılından itibaren gen Osmanlı subay ve askeri uzmanlarının aktif mücadele sahalarından sadece biri olmuştur. Fas’taki Osmanlı askeri misyonunun başında bulunan komutan kurmay Yüzbaşı Tahir Bey idi. 1912’de İtalyanların Trablusgarp’taki işgali sonrasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk çekirdeğini oluşturan Fedai Zabıtan Grubuna katıldı. Teşkilat-ı Mahsusa, muhtemelen I.Cihan Harbi başında Enver Paşa’nın emri ile kuruldu. Teşkilat hem ayrılıkçı hem de Avrupalı emperyalizmine karşı direnişi sürdürmek için kullanıldı. Bu anti-emperyalist mücadele, Balkanlar’dan Kafkaslara, Anadolu’dan, Orta Doğu’ya uzanan, Fuat Balkanların, Kuşçubaşı Eşreflerin, Süleyman Askerileri, Mustafa Kemallerin, Enver Paşa gibi cesur Türk kahramanlarının can siperhane kavgalarını ihtiva etmektedir.
II. Meşrutiyet ve Ayrılıkçı Kürt Hareketi
II. Meşrutiyetin ilk yıllarında filizlenen milliyetçilik, Osmanlılık üst kimliği altında Arnavut, Arap, Kürt alt kimlikleri ile basında ve siyasi platformlarda yer almaya başladı. Böylece İttihat Terakki’nin devlet bütünlüğünü korumak bir tedbir olarak gördükleri İttihad-ı Anasır fikri ile Osmanlı unsurlarını hürriyet, eşitlik, kardeşlik prensipleri içerisinde bir arada tutmanın hayal olduğu anlaşıldı. Kürt olma bilinci ilk kez Jöntürk hareketi içerisinde yer alan çok az sayıdaki Doğu Anadolu kökenli Osmanlı aydınlarınca dile getirildi. Doğu Anadolu’da yaşayan etnik unsurlara atfen “Kürt Meselesi” şeklinde ilk defa dile getirilen mahalli talepler, meşrutiyetin getirdiği hürriyet ortamında bölgesel talepler çerçevesinde siyasallaşma zemini buldu. Jöntürk hareketinin içinde bulunarak, İttihat Terakki’nin kuruluşunda yer alan Abdullah Cevdet ve İshak Sukuti’nin önceleri Osmanlılık fikrine bağlı olmalarına rağmen II. Meşrutiyet’in ilanı ile ayrılıkçı görüşleri belirginleşmişti. Bu yönüyle Jöntürk hareketi II. Abdülhamid yönetimine olan muhaliflerin vazgeçilmez platformu olmuştur. Jöntürk hareketinden İttihat Terakki’ye geçiş süreci ile belirginleşen ayrılıkçı kürt hareketinin ortaya çıkışında cemiyetin iki hatasını irdelemek gerekir. Birincisi “Osmanlılık” siyaseti sebebiyle diğer alt kimliklerin etnik ayrılıkçı hareketlerine teorik önlemlerin alınmaması. (bu hata, ileriki yıllarda Ziya Gökalp gibi cemiyet teorisyenlerince “içtimai ırk” bağlamında değerlendirilerek düzeltilmiştir.) İkincisi ise anti-emperyalist amaçlarla bir araya gelen ittihat terakki mensuplarının sırf Abdülhamid Han’a muhalefet cephesini genişletebilmek adına farklı maksatlarla Abdülhamid Han’ı yıpratmaya çalışan grupları bünyesinde bulundurması olmuştur. Aslında Jöntürkler arasındaki bu ayrışma ilk kez 4 Şubat 1902 tarihinde yapılan I. Jöntürk Kongresinde netleşti. Bir tarafta Prens Sabahattin’in Adem-i Merkeziyetçi prensipleri ve meşrutiyeti gerçekleştirmek adına her türlü dış müdahaleyi kabul ediyorlardı. Pozitivist düşüncelerin savunucu olan Ahmet Rıza ise, ihtilali gerçekleştirmede yabancı müdahalesine karşı çıkıyor, Osmanlı toplum yapısında Türk unsurunun, hâkim olduğu merkeziyetçi bir devlet içerisinde sürdürülmesine inanıyordu. Bu sebeple Ahmet Rıza ve ekibi Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adıyla ayrılarak İttihat Terakki’nin ilk nüvelerini oluşturdu. Ayrılıkçı Kürt hareketinin ise daha sormaları Prens Sabahattin’in başı çektiği Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti içinde faaliyet gösterdikleri söylenebilir.
İttihat Terakki’de Türkçü Söylem
Cemiyetin münevver cephesini oluşturanlar arasında Türk milliyetçileri olarak tavsif edilen entelijansiya önemli bir yere sahipti. Partizan ve münevver; siyaset ve ilim iç içeliği, dönemin çoğu mecmualarda neşredilen Türkçü metinlerinde de kendini sergiler… Der saadet efendilerinin aşina oldukları klasik nesir ve şiir dilinin uzağında dururlar. Nasıl Marx’ın yazıları hem sosyalizm hem de felsefe tarihine dair iki yönlü bir okumaya izin veriyorsa, meşrutiyet devrinin külliyatı da milliyetçiliğe ve Türkiye’de sosyoloji ve tarihin kurumsallaşmasına dair ideolojik ve bilimsel alana yönelik bir analize imkân sağlar. Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Fuat Köprülü gibi münevverlerin çalışmaları bunlara örnek teşkil eder. Bu dönemin Türkçülüğü iki kaynaktan beslenir. İlki İttihat Terakkiye’de merkezlik eden Makedonya, diğeri Rusya’daki Müslüman Türk aydınlardır. Bu bağlamda milliyetçi münevverlerin her iki coğrafi kolunun da ülkelerindeki modernleşme ve kurumlarının ürünü olduğunu görmekteyiz. Makedonya merkezli Türk milliyetçiliğin “hars milliyetçiliği”; Rusya merkezli Türk Milliyetçiliğinin “kan ve soya dayalı bir milliyetçilik” prensibine dayandığını söyleyebiliriz. Bu dönemde en güzel dil Türkçe, Türklük şerefli bir ululuk, vatan ise Osmanlı toprağı değil, Türk yurdu olmuştu. Osmanlı padişahının bile durumu değişmişti. O da artık Türk hakanı olmuştu.